28 Aralık 2013 Cumartesi

Cumartesi neşesi

Hayata dair fikirlerin olsun, duyguların olsun, 
kuralların değil.

Bir bebek gibi 'ben bunu istiyorum' diye ısrar et yeri geldiğinde, içinden geldiğinde bağıra çağıra tepine tepine ağla zırla.
Sevdiğin adama 'seni çok seviyorum' de içinde kaçan kovalanır gibi ufak hesaplara yer verme, 
seni sinir eden insanlara da net olarak belirt sitemini, açık ol yahu hayata karşı. 

'Bu böyle olmalı, şu şöyle olmalı'ları bir kenara bırak.

''Böyle olmasa şöyle olurdu, şöyle yapacak olsam sonuç bu olur''ları da sil kafandan.

Sen çok sevdiğin arkadaşına o lafı ettin ve o yüksek maaşlı iş teklifini reddettin.
Bu SEN'sin. 
Artık bunlar geçti. 
Düşünme! Sonucu ne olacak diye de düşünme. 
SEN böyle olmasını istedin
ve oldu.


Dününü, yarınını değil sadece bugününü yaşa.

ileride 'ah' dememek için bugün hep 'oh' de.

sevdiğin ne varsa tut etrafında.

Ve ve ve,

takma şapkadan başka bir şey o güzel kafana.:)

Özetle, sen mutluysan her şey bahanedir.:)))

Unutma, hayat bir kereliktir.!


Meliza Yavru
by
NAYAD BAL
 

26 Aralık 2013 Perşembe

Tutun kendine !

 
 Hey! Sen! şahane insan; 

Fazlalıklardan, seni sıkan her şeyden kurtulmanın vakti gelmedi mi sence de? 
Yeni yıl; bazı şeyleri değiştimek için güzel bir fırsat!​

Unutma;
Mutluluğu seçmek senin tercihin!
İpler senin elinde, sıkıca tut iplerini
​.​



Hayat bir tek senin, 
Dümen sende,
Kendin için bir şey yap artık.
 
Mesela şimdi bu yazıyı okurken, sadece ve sadece 'yaşıyorsun' diye kocaman bir gülümsemen bile şahane bir başlangıç :))

Haydi!



Meliza Yavru

by

NAYAD BAL 
 

24 Aralık 2013 Salı

Mucizeni keşfet :)

Kendini sevmekle başlar aslında hayat...
Kendini tanımak, içini bilmekle. 
Birey hayatı boyunca bir mucize bekler. 
Bekler durur. 
Ama bilmez, asıl mucize içindedir...:)

Mucizenizi keşfedin!

Ağlarınızı yırtın, 'olmaz'lıkları kaldırın.
Oldurun!
Gönülden isteyin, bir çocuk gibi gözlerinizi sımsıkı kapatın ve hayalinizdeki mumu üfleyin.

Göreceksiniz ki sizin de kanatlarınız var:)


Meliza Yavru
by 
NAYAD BAL

19 Aralık 2013 Perşembe

2014'e İKİ KALA YENİ BİR MERHABA:)



Bundan 5 sene önce tanışmıştım Nayad Bal'ın gizemli dünyasıyla.
Gülümseyen bir kadın, konuşan yüzükler, kolyeler, nefes alan gümüşler...
'Gümüş nefes alır mı?' demeyin.
Gümüş yaşar...
Taktığınız her bir takı konuşur sizinle, can bulur sizde.
Aslında sevgiyle ve pozitif enerjiyle tasarlanan bütün takılar yaşar.
Güler onlar size, gülümserler. 
Ve bir başkasının binbir türlü heyecanla yaptığı o takı sizin bir uzvunuz olur artık.
İşte Nayad Bal takıları özellikle de yüzükleri benim parmağım boynum bileğim oluvermişti birden.
Yüzüklerim olmadan hiçbir şey yapamayan ben; şimdi kendimi o yüzüklerin, kolyelerin, bileziklerin cennetinde buldum kendimi. 
Onlara hayat veren kadınla, onların nefes aldığı tezgahların yanıbaşındayım artık.
Umutlu, heyecanla...
Her yıl bir ömürdür bence, yeni yıla, yeni hayata 2 hafta kala siz de Nayad Bal dünyasının içinde kaybolmak, ev sıcaklığındaki bu ortamda hem eğlenip hem de takılarla konuşmak, onlarla bütünleşmek istemez misiniz???

O zaman bu cumartesi(21 Aralık 2013) saat 16:00'da  ruhunu seven, kendini seven, sürprizlerden hoşlanan ama en çok gülümsemek isteyen herkesi NAYAD BAL'ın YILBAŞI PARTİSİ'ne bekliyoruzzzz.
Ben hep ruhuma fısıldadım, o bana yolu gösterdi.
Siz de yapın.
Unutmayın; Mutluluk sizin elinizde!!

Meliza Yavru 
by 
NAYAD BAL 

Nasıl ulaşacağız bir daha hatırlatır mısınız? diyorsanız:
Bağdat Caddesi, Çamfıstığı Sokak, Uğur Apt. 4/9 CADDEBOSTAN
Facebook:  https://www.facebook.com/NAYADBALDESIGNS
İletişim: 0532 246 44 42 
mail: nayadbal@gmail.com

Görüşmek üzereee....:)))

27 Mart 2013 Çarşamba

En Sadık Dostlarımız


Hayvanlarla ilgili söyleyecek o kadar çok şey var ki. Dünyanın en günahsız canlıları onlar. Kibir, hırs, ihanet, çıkar, nefret, ayrımcılık nedir bilmez onlar. Karın tokluğuna severler, bağlanırlar bize. İnsanlardan farklıdırlar bu açıdan. Bizi biz olduğumuz için seven tek canlıdır onlar. Sevgiyi katıksız yaşarlar, iyi günde de kötü günde de yanı başımızda bulabiliriz onları, sadece iyi gün dostu değillerdir. Evet onlarla aynı dili konuşamayız. Onlar bir nevi birbirimizi sevmek için 'aynı' olmamız gerekmediğinin ayaklı timsalleridirler. Peki onların bizim için yaptıklarına karşılık biz onlar için ne yapıyoruz? Kendini hayvan haklarına adamış ya da en azından mahallesindekilere sahip çıkan siz hayvan severleri tenzih ederek cevap vereyim : Hiçbir şey. Sadece tüketiyoruz. Etini, sütünü, kürkünü, derisini. Sevgiye karşılık zulüm. Hayvanlara, birlikte aynı evreni paylaştığımız hayvanlara sadece 'kan ve gözyaşı' veriyoruz. Hiç unutmam bir gün hamile bir kediyi ezen adam sadece kendisine 'neden dikkat etmiyorsunuz?' diyen kadına cevap olarak 'merak etme bir gün sen de ezersin' demişti. O kadar içime oturmuştu ki. Sadece biz hamile kalıp, sadece biz doğurup, sadece biz anne olmuyoruz ki! İnsanın insana tahammül edemediği bir dünyada hayvanlara aşırı özen gösterilmesini kimse beklemiyor ancak onların 'yaşam hakkı'na neden saygılı olamıyoruz?! Hamile bir kadını ezmek suçsa kediyi ezmek neden değil? Sadece derdini anlatamadığı, 'sessiz kurban' olduğu için mi görmezden geliyoruz bu kadar çabuk? Yazık etmiyor muyuz sizce de onlara, haksızlık etmiyor muyuz? İnekleri yavrularından ayırıyor, sırf yumuşak et yiyelim diye hayvanları kıpırdayamayacakları kafeslere tıkıyor, sabah mis gibi süt içelim diye hayvanların ömrünü yarıya indiriyor, sırf kürklerini giyelim diye derilerini yüzüyoruz. Onlarsa kin tutmayıp bizi sevmeye devam ediyorlar. Mezbahada kesilmek üzere olan bir hayvan bile insanlardan bir dakika olsun nefret etmiyor. Ağlıyor, çırpınıyor ve kaderine boğun eğmek zorunda kalıyor. Bizse hem bedenlerine hem de yaşam alanlarına el koyuyoruz. Onlara karşı olan karşı konulamaz açlığımızla bedenlerine, taştan binalarımızla yaşam alanlarına el koyuyoruz. Onlarsa sokakta bizi gördükleri anda gelip ayağımıza sürtünmeye, sevgi göstermeye devam ediyorlar. En sadık dostumuz olmaya devam ediyorlar. Kin ve nefret taşımadan sevmeye devam ediyorlar bizi. Güzel, çirkin, zengin, fakir ayırmadan üstelik. Bizse onları çoktan 'yenilecek ve sevilecek' diye ayırmışız. Sizce hangimiz sevgiyi daha çok hak ediyoruz?

22 Mart 2013 Cuma

MUTLULUK



Mutluluk nedir? Bir çocuğu gülümsetebilmek midir örneğin? Ya da sabah sevdiğimizin yanında güne uyanabilmek mi? Ya da ihtiyacı olan birine yardım eli uzatabilmek mi? Ya da birine özel olduğunu hissettirebilmek mi? Bunların hepsini karşılık beklemeden yaparsak mutlu olabilir miyiz sizce? Karşılık beklemeden diyorum ama. Mutluluk sadece almak değilse eğer, neden olmasın? Her şeyin bir karşılığının beklendiği bu dünyada mutlu insanların sayısının gün geçtikçe azalmasının sebebi budur belki de.  Her şeyin karşılığını bekleyen insanoğlu ufak şeylerden mutlu olmayı unutmuştur çoktan. Ve başka insanları mutlu etmek istemeyecek kadar bencilleşmiştir. Böylece kendi mutluluğunun da sonunu getirdiğinin farkında mı acaba insanoğlu? Oysa bencil olmayı bırakıp, insanları önemseseydi, mutluluklarına ortak olabilseydi kendi mutluluğundan da olmayacaktı. Bu nedenle mutlu etmeyi tekrar öğrenemedikçe bizler, mutluluğu umutsuzca aramaya devam edeceğiz. Çünkü mutluluk tek kişiyle yaşanmaz, mutluluğu mutluluk yapan paylaşmaktır. Kimseyi mutlu etmeyip ‘armut piş, ağzıma düş’ misali oturup mutluluğu beklemek kimseye bir yarar getirmiyor ne yazık ki. O çocuğu güldüremedikçe mutluluk yanımıza uğramayacak buna inanın. 

16 Mart 2013 Cumartesi

Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?



                                                                   SHAKESPEARE 18. SONE

                                                 Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
                                                 Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:
                                                 Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,
                                                 Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
                                                 Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,
                                                 Ve sık sık kararı da yaldız düşer yüzünden;
                                                 Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak
                                                 Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;
                                                 Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
                                                 Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;
                                                 Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
                                                 Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
                                                      İnsanlar nefes alsın, gözler görsün elverir,
                                                      Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.

6 Mart 2013 Çarşamba

Mori Girls (Orman Kızları) Furyası



Çoğunuz ilk kez duyuyor olabilirsiniz ama ortaya çıktığından beri takipçileri giderek artan, kabına sığmayıp taşan bir tarzdan bahsediyoruz.  Adından da anlaşıldığı gibi şehrin kirliliğinden, giydiği kıyafetleri herkesin üzerinde görmekten, kısacası ‘herkesleşmekten’ bıkanların  başlattığı bir ‘moda’dan bahsediyoruz. Hala aklınızda bir şey canlanmadı mı? En baştan anlatmaya başlayalım o zaman.

Mori Kızları modası 2007’de Japonya’da ortaya çıktı. Mori Japonca’da orman anlamına geliyor. Takipçilerinin amacı ‘ormanda yaşayan bir kız gibi’ görünmek. Görünümleri doğal ve toprağı çağrıştıyor. İlham aldıkları hayali kişi : Honey & Clover’daki Hagu karakteri. Gerçeği ise bu karaktere hayat veren oyuncu Yuu Aoi.

Bu tarz sadece bir moda değil aynı zamanda bir yaşam biçimi. Vintage kıyafetleri, doğayı, anneannelerinin gardırobunu karıştırmayı ve bitki çayını sevenler bu modada kendilerini bulacaklar. Tabi doğal görünüyorlar dedik ama bu doğal görünüşü yakalamak da bir o kadar zahmetli.  Peki bu kadar zahmete ne gerek var? Neden Mori kızı olmak isteyelim? İşte size kısa kısa cevaplar. Birincisi; herkese benzemek, şehrin ‘genel’ modasına uymak için zaten yeteri kadar zaman harcıyoruz. Eğer zaten kendimize has bir tarzımızın olduğunu düşünüyorsak ve bunda da iddialıysak o başka. Ama genel olarak pek tarz sahibi insan göremediğimize göre, biz de Mori kızlarının felsefesine yakınsak bir denemekte fayda var. Tarzımızla gözlerin üzerimizde olmasını istiyorsak onca zahmete değer. İkincisi; Türkiye’de yapılmayan bir şeyi yapmış olmanın, ‘öncü’ olmanın verdiği zevk. Ayrıca ‘mass consumption’ yani ‘toplu tüketim’ ürünleri kendimizi kalabalıkta görünmez kılmaktan başka bir işe yaramıyor. Biraz aykırı düşünüyorsak bunu tarzımıza da yansıtmakta fayda var.

O kadar Mori kızı deyip durduk. Niye bu modaya uymak isteyebileceğimizden bahsettik. Geriye bir tek ‘nasıl’ Mori kızı olunurun cevabını vermek kaldı. İsteyenler için 10 adımda özetleyelim J
       
    1 - Hayat Biçimi : Hayatı, kültürü, arkadaşlarınızı, doğayı,çayı, kısacası tüm evreni sevin ( ki Nayad Bal severler zaten bu kategorideler, evrene pozitif enerji yollamayı severiz biz J ).

   2 - Saç : Dalgalı, düz, kıvırcık, topuz...saçınızı nasıl kullanıyorsanız kullanın yalnız doğal görünmesi şartıyla. Saçlarınıza meyve ve çiçeklerle süslü tokalar da tutturabilirsiniz.
       
   3 - Makyaj : Olabildiğince sade olsun. Göz makyajınızda toprak tonlarını tercih edin. Yüzünüzü doğal yollarla arındırın. Bitki özlü şampuanlar kullanın. Yanaklarda hafif pembelik olsun.
       
    4 - Doğru şekli seçin : Bedeninize tam uyan kıyafetler giymek zorunda değilsiniz. Rahat bir hava yaratmak için small giyiyorsanız medium, medium giyiyorsanız large kıyafetler alabilirsiniz.
       
    5 - Doğru rengi seçin : Beyaz, krem, bej, kahverengi, fil dişi renkler Mori kızlarının en popüler renkleri. Bunlara zevkinize göre bordo, lacivert, koyu yeşil gibi renkler ilave edebilirsiniz.

    6 - Katman : Mori Kızı olmanın en zor tarafı da katmanlı giyinmek. Basit tutun. Bir elbiseyle etek ya da iki t-shirt kullanarak katmanlama işine başlayabilirsiniz. Ancak bu işi yaparken bir sürü kıyafet kullanmak zorunda değilsiniz. En önemlisi her birinin tek tek görünür olması.
       
     7 - Yaratıcı Olun : Hiç Mori kızı görmediğimize göre bu iş biraz da bizim yaratıcılığımıza kalıyor. Diğerlerinden farklı olacağız diye başka bir ‘aynı kıyafeti giyenler’ furyası başlatmanın alemi yok. Her birimiz birbirimizden farklı olabilir, yaratıcılığımızı değişik şekillerde bu modaya ekleyebiliriz. Örneğin Nayad Bal’ın pozitif yaşam dolu tasarımları tarzınıza mucizevi bir dokunuş getirecektir. Nayad Bal’ın doğayı yansıtan tasarımları sizi diğer tüm Mori kızlarıdan farklı kılacaktır J
      
     8 - Alternatif Müzik Dinleyin : Örneğin doğayı yansıtan müzikler, Kelt müziği, folk müzik ya da enstrümantal müzikler Mori kızları arasında oldukça popüler.
      
     9 - Dergi Okuyun : Yaşam biçimizine uyan dergileri takip etmek hem size hem de entellektüel dünyanıza önemli yenilikler getirecektir.
      
    10 - Hayattan Zevk Alın : Bu hepinizin de bildiği gibi sadece Mori Kızlarının değil Nayad Bal’ın da ana felsefesi J Hayata özenle ve sevgiyle yaklaşırsanız en küçük detaylardan bile zevk almaya başlayacaksınız.

      Eveeet, Mori kızı olmak aşağı yukarı böyle bir şey işte. Eğer size uyduysa ve siz de bir Mori kızı olmak istiyorsanız umarım size yol gösterebilmişizdir.  İstemiyor ve ben kendi tarzımla mutluyum diyorsanız  size bu dünyayı sarmaya başlayan moda hakkında bilgi vermiş, yenilikleri takip etmenize nacizane bir katkı sunmuş olalım. Kendinize iyi bakın ve Nayad Bal’sız kalmayın diyerek de yazımızı sonlandıralım J


        

2 Mart 2013 Cumartesi

Gününüz ve ruhunuz aydın olsuuuun :)


Bugün kimileri için tatil kimileri içinse yeni bir iş günü. Sizin için hangisi olursa olsun ruhunuzdan güneşi eksik etmemeye bakın. En sıkıntılı ve mutsuz anlarınızda sevdiklerinizi, sizin onlara ve onların size ne anlam ifade ettiğini düşünün. Ruhunuzun güneşinin başkalarının ruhundaki kara bulutları dağıtmasına yardımcı olun. Umutsuz olmayın, başkalarının da olmasına izin vermeyin. Güneşiniz sadece sizi değil başkalarını da ısıttığı sürece değerlidir bunu unutmayın. Eğer siz de bizim gibi bugün yine işbaşı yaptıysanız bir kahve molası verip kara bulutlarınızı dağıtın ve güneşin tadını çıkarın :)

25 Şubat 2013 Pazartesi

VİNTAGE NEDİR, NE DEĞİLDİR?




Vintage uzun bir süredir herkesin dilinde olan bir terim. Özellikle modayla profesyonel olarak ilgilenenlerin ya da sadece ilgi duyanların çok aşina olduğuna eminim. Henüz değilseniz bile bu tarz butiklerin mutlaka bir veya iki defa önünden geçmişsinizdir. Belki sadece  ikinci el kıyafetler satan bir yer olduğunu düşündünüz, belki de ilgilenip içeri dahi girdiniz. Ancak ne kadar biliyor ya da bilmiyor olursanız olun şu bir gerçek : Bu ürünlere talep gerçekten gün geçtikçe fazlalaşıyor ve dolayısıyla artık özel vintage butikler sayısını ikiye katlamış durumda.  Bu nedenle biz de bu konuya kayıtsız kalamadık ve bu hafta bilen ve ve bilmeyenler için vintage konusunu ele almaya karar verdik.

Öncelikle vintage nedir bir ona bakalım. Vintage bir moda terimidir. Geçmiş yıllardaki döneme ait tek ve özel parça ya da koleksiyonlara verilen isim olarak bilinmektedir. Örneğin; Christian Dior’un 40’lardaki, Pucci’nin 60’lardaki, YSL’nin 80’lerdeki tasarımları gibi... Aslında bu terimin asıl anlamı bağbozumudur. Önce eşyalarda sonra otomobillerde daha sonralarıysa modada kullanılmaya başlanmıştır. Bu kadar yaygın olarak kullanılan bir terim olmasına rağmen anlamını tam olarak bilmeyenler ya da ikinci el ya da antika ürünlerle karıştıranlar da yok değil. Peki bir eşyanın vintage olabilmesi için ne gerekir? İkinci el mağazalarda ya da antikacılarda gördüklerimiz de vintage mıdır? Cevap tabi ki hayır. Bir eşyanın Vintage olabilmesi için belli bir geçmişi olması lazım, yani belli bir dönemi temsil edebilir, belli bir akıma ait olabilir ya da önemli bir tasarımcının ikonlaşmış tasarımı olabilir. Yani gördüğümüz her eski şeye vintage demek yanlıştır.

Diyelim ki siz de bu modaya kapılıp vintage bir ürüne sahip olmak  istediniz, peki onu nasıl kullanacaksınız?  Üzerinize giydiğinizde babaannenizin eskisini giymiş gibi mi gözükeceksiniz? Ne kadar dayanacak? İlk soruyu cevaplayarak başlayalım. Günümüzde en yaygın kullanım vintage parçalarla modern parçaları harmanlamaktır. Dantelli üstleri düz kalem eteklerle akşam yemeklerinde, yüksek belli pantolonları sade atletlerinizle kombinleyebilirsiniz. Böylelikle modern stilinizde nostaljik bir hava yaratmış olur ve babaannenizin dolabını karıştırmış gibi değil de bir stil ikonu gibi durursunuz. Peki bu ürünler ne kadar dayanır ve onları nasıl muhafaza etmeliyiz? Buyrun size bir uzman önerisi : Bazı vintage parçalar gün ışığına dayanmaz ve erir. Özellikle bu tip parçaları, sadece gece giyin, yağmurdan, sigara ateşinden ve kostüme zarar verebilecek tehlikeli keskin çanta, kemer ve aksesuvarlardan koruyup kollayın. Asılacak parçalarsa, mutlaka yumuşak askılarda, iz bırakmayacak şekilde asın. Şifon, ipek türlerini ise mutlaka ince kağıtlara sararak saklayın.

Vintage bir şekilde hayatımıza girdi. Seveni de var sevmeyeni de. Kimilerine göre v
intage bir moda akımı veya trend değil, bir yaşam biçimi. Kimilerine göre ise geçmişe özlem ya da yaratıcılığın bittiğinin bir kanıtı. Kim ne düşünürse düşünsün artık sıradan vatandaş da moda ikonları da vintage ürünleri gardırobundan eksik etmek istemiyor. Tabi halen vintage ürünlere gardırobunda yer açmamış  veya açmamakta direten insanlar da var. Peki Nayad Bal severlerin vintage modasına bakışı nedir? Geçici bir moda olarak mı yoksa bir yaşam biçimi olarak mı görüyorlar? Gerekli olduğunu mu düşünüyorlar yoksa gereksiz mi? Denediler mi yoksa henüz denemediler mi? Evet biraz da sizin fikirleriniz alalım? :) 


20 Şubat 2013 Çarşamba

Kendini Sevmek Özgürleştirir



Kendini Sevmek Özgürleştirir

Nedensiz yere kendini sevmek ve kendinle barışık olmak, sevginin sebep ve koşullara bağlandığı bir dünyada çok garip bir şeymiş gibi algılanabilir.
Sevgiye layık olmak ve onu hak etmek için yerine getirilmesi ve olması “gerekenlerin” listesi bilincimizin derinliklerine kazınmış durumda. Derinlerde bir yerlerde kendimizi sevmiyor, yetersiz ve çaresiz hissediyoruz.  İhtiyacımız olan sevgi ile tamamlanma duygusu insanları alıyor ve çeşitli mecralarda bu eksikliği tamamlama uğruna, sonu yine eksiklikle biten ve yine eksiklikten yola çıkılan türlü deneyimlere sürüklüyor.
Günlük yaşamımızda pek çok kanaldan, doğru ve yanlışlara dair binlerce inanç kalıbının içimize işlemesi çok kolay olabiliyor. Tüm bunlar sınırlı varlıklar olduğumuza inanmamızı  ve doğuştan sahip olduğumuz yaratıcılığımızı ve özgürlüğümüzü unutmamızı sağlayan katmanları daha da güçlendiriyor.
Bizlere başkalarını sevmemiz, şefkat göstermemiz ve onlara saygı göstermemiz öğretiliyor. Toplum tarafından oluşturulmuş rollere uygun hareket etmemiz ve çok sayıda beklentiye karşılık vermemiz bekleniyor. Dolayısıyla kendimizi hiç istemediğimiz rolleri oynamak zorunda hissediyoruz ve seçtiğimiz gibi bir yaşamı deneyimlemek mümkün olamıyor. Böylesine bir yaşam her geçen gün bizi kim olduğumuzdan uzaklaştırıyor. Kendini değersiz, sınırlı hisseden, mutsuz ve depresif hisseden insanlara dönüşüyoruz. Her sabah uyandığımızda hazır bir menüde, hiç istemediğimiz ama yapmak zorunda olduğumuza inandığımız şeylerle dolu bir yaşam bekliyor sanki. Bütün bunları yaparak, kendimizi sevmekten biraz daha uzaklaşıyoruz.
Üst üste birikmiş olan tüm bu deneyimlerin yoğun duygu yükleri ve hayal kırıklıkları, doyumu dışarıda aramaktan yorulmuş insanları, bunun nedenlerini bilmeye ve hayatı daha farklı bir şekilde yaşama anlayışına yönlendirebiliyor.
Bir an için durun ve çevrenize bakın.
Yakınlarınız, akrabalarınız, içinde bulunduğunuz toplum ve tüm insanlık sevgiye ulaşma veya sevgisizlik nedeniyle neler yaşamaktalar?
Bir bakın, sevgi diye adlandırılan şey nasıl da çeşitli anlamlara, şartlara ve beklentilere bürünmüş halde.
Sevgi denen şey ile birlikte gelecek olan tatmin olma halini insanlar nelerde aramaktalar?
Ya siz?
Onu bir ilişkide mi arıyorsunuz?
Tutkunuzu keşfettiğiniz, iyi bir işe, iyi bir gelire, güzel bir eve sahip olduğunuz zaman mı bu tatmin olma halini yaşayacaksınız?
Karizmatik, çekici, zengin, fazla kilolardan kurtulmuş, neşeli, pozitif ve “doğru” bir insan haline geldiğiniz zaman mı?
Bu şablona uymadığınız için kendinizi yargılamakta mısınız?
Sevilebilir olma derdinde misiniz, yoksa önce sizin sevmeniz gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
Sevgiye dair gereklilikleriniz var mı?
Sevgiyi almaya ve vermeye layık olabilmeniz için, sizde yoluna koyulması, düzeltilmesi gereken bir şeylerin olduğuna mı inanıyorsunuz?
Kendinizi şu an tam da olduğunuz halinizle, koşulsuz şartsız kabul edebilmek, kendinizden kendinize vereceğiniz sevginin gireceği kapıyı açan anahtardır. Kendini sevmek sizi, dışarıda aramış ve aramakta olduğunuz duygu kırıntılarından, beklentilerden ve bağımlılıklardan özgürleştirir.
Kendine güven, bilinçte genişlemek, huzur ve aydınlanma halleri kendinizi sevmenizin “sonuçları” olarak yaşamınızda ortaya çıkarlar. Kendini sevmeyen insan için hiçbir şey tam anlamıyla doyurucu değildir. Kendini sevmeyen insan, kendinden beslenemediği içindir ki, sürekli dışarıdan doyum arar.
Kendini sevmekten yakıtını alan bir yaşamda, denge hakimdir. Dışarıdan beslenme ihtiyacı yoktur, sadece ruhun neşesi ve tutkusu vardır. O yaşamda ruh ve insan parçası birleşmiştir ve seçimler o birleşmişlikten gelir. Yaşamınızda kimse olmasa dahi ruhun gerçek neşesi yanı başınızda olur.

Alıntı : http://kendinedogru.com/egitimler/kendini-sevmek-ozgurlestirir/

14 Şubat 2013 Perşembe

Sevgililerle ilgili kısa, öz ve anlamlı bir yazı


Hiç güneşim oldun mu?

Her gün güneşe bakmak zordur...

Hiç uyurken yüzünüze güneşin ışıkları vurdu mu; tatlı, serin ve hayat dolu? Hiç uyurken sevgiliniz sessizce yanınıza gelip uyandırdı mı sizi, güneşin ışıkları gibi? Güneş için, tüm varlıklar aynıdır, bir seçimde bulunamaz. Ama sevgilimiz, bizi seçen, beğenen, değer veren; Güneş kadar önemli ve anlamlı bir yıldızdır.
Güneş doğmadığı zaman nasıl hayatımız kararır ve anlamını yitirirse, sevgilimiz gittiğinde de her an karanlık ve anlamsızdır…
Gecenin sabahında, iki sevgiliden kim önce kalkar ve sevgilisinin üzerine doğarsa; daha çok seven odur.
Tüm ömür boyu Güneş’in doğuşuna tanıklık etseniz, güzelliğinden ve değerinden hiçbir şey yitirmez. Ya sevgililer için öyle midir, yitirilen nedir?
Güneş bile tutulurken, niye sevgilimizin hiçbir zaman başkasına tutulmayacağını sanırız.
Güneş doğmamışsa kıyamet kopmuştur, ya sevgili kıyameti nasıl olur?
Güneş tüm canlılar için hayat kaynağıdır, canlılar güneş ışığından yararlanarak kendi yapılarında enerji oluştururlar. Peki sevgilimiz bizim için enerji kaynağı mıdır? Ya da Güneş’in enerjisi sonsuzken, sevgililerin enerjisi neden biter?
Sevgililer, gün eşi olmayı başardıklarında, birbirlerine Güneşim diye hitap etme hakkını da kazanmış olurlar. 

Alıntı : http://blog.milliyet.com.tr/hic-gunesim-oldun-mu-/Blog/?BlogNo=106358

13 Şubat 2013 Çarşamba

Nayad Bal TRENDYOL'da :)

Birbirinden mucizevi takılarımla TRENDYOL'dayım. Showroomuma gelme fırsatı 
bulamayanlara duyruluuuuuur :)

3 Şubat 2013 Pazar

NAYAD BAL MARKAFONİ'DE !

Hayatın yarattığı olumsuz koşullarla ve stresle mücadelede Nayad Bal’ın takılarından destek alabilirsiniz. Takıların enerji veren mistik gücüne inanan Nayad Bal, “çakraa” adı verilen, bedendeki enerji merkezlerine yönelik takılarıyla dikkat çekiyor. Sağlam kişilik, dişilik, yaşam enerjisi, aşk, ifade, sezgi ve sonsuz şifayı sembolize eden 7 farklı çakraya yönelik tasarımlarıyla yaşamınıza ışık ve mucize getirecek Nayad Bal, Markafoni’de!

2 Şubat 2013 Cumartesi

Güzel bir hafta sonu diliyorum herkese :)

Bir hafta aradan (ve tabi ki yoğun geçen bir aradan) sonra yeni bir ürünle tekrar karşınızdayım. Yaratıcılık kimi zaman keyifli kimi zaman da insanı yoran bir süreç ama bunun sonucunda ortaya çıkan ürünlerimin size hep keyif vermesini diliyorum. Vee hepimizin haftaya şu felsefeyle başlamasını umuyorum : Takıları seçerken dışının güzel olup olmadığına dikkat ederiz ama insanları seçerken mutlaka içinin güzel olup olmadığına dikkat etmeliyiz. İnanın bu yolla çok daha az hata yaparız...Hepinizi kucaklıyorum ve gönlünüze göre bir hafta sonu geçirmenizi diliyorummm <3

23 Ocak 2013 Çarşamba