25 Şubat 2013 Pazartesi

VİNTAGE NEDİR, NE DEĞİLDİR?




Vintage uzun bir süredir herkesin dilinde olan bir terim. Özellikle modayla profesyonel olarak ilgilenenlerin ya da sadece ilgi duyanların çok aşina olduğuna eminim. Henüz değilseniz bile bu tarz butiklerin mutlaka bir veya iki defa önünden geçmişsinizdir. Belki sadece  ikinci el kıyafetler satan bir yer olduğunu düşündünüz, belki de ilgilenip içeri dahi girdiniz. Ancak ne kadar biliyor ya da bilmiyor olursanız olun şu bir gerçek : Bu ürünlere talep gerçekten gün geçtikçe fazlalaşıyor ve dolayısıyla artık özel vintage butikler sayısını ikiye katlamış durumda.  Bu nedenle biz de bu konuya kayıtsız kalamadık ve bu hafta bilen ve ve bilmeyenler için vintage konusunu ele almaya karar verdik.

Öncelikle vintage nedir bir ona bakalım. Vintage bir moda terimidir. Geçmiş yıllardaki döneme ait tek ve özel parça ya da koleksiyonlara verilen isim olarak bilinmektedir. Örneğin; Christian Dior’un 40’lardaki, Pucci’nin 60’lardaki, YSL’nin 80’lerdeki tasarımları gibi... Aslında bu terimin asıl anlamı bağbozumudur. Önce eşyalarda sonra otomobillerde daha sonralarıysa modada kullanılmaya başlanmıştır. Bu kadar yaygın olarak kullanılan bir terim olmasına rağmen anlamını tam olarak bilmeyenler ya da ikinci el ya da antika ürünlerle karıştıranlar da yok değil. Peki bir eşyanın vintage olabilmesi için ne gerekir? İkinci el mağazalarda ya da antikacılarda gördüklerimiz de vintage mıdır? Cevap tabi ki hayır. Bir eşyanın Vintage olabilmesi için belli bir geçmişi olması lazım, yani belli bir dönemi temsil edebilir, belli bir akıma ait olabilir ya da önemli bir tasarımcının ikonlaşmış tasarımı olabilir. Yani gördüğümüz her eski şeye vintage demek yanlıştır.

Diyelim ki siz de bu modaya kapılıp vintage bir ürüne sahip olmak  istediniz, peki onu nasıl kullanacaksınız?  Üzerinize giydiğinizde babaannenizin eskisini giymiş gibi mi gözükeceksiniz? Ne kadar dayanacak? İlk soruyu cevaplayarak başlayalım. Günümüzde en yaygın kullanım vintage parçalarla modern parçaları harmanlamaktır. Dantelli üstleri düz kalem eteklerle akşam yemeklerinde, yüksek belli pantolonları sade atletlerinizle kombinleyebilirsiniz. Böylelikle modern stilinizde nostaljik bir hava yaratmış olur ve babaannenizin dolabını karıştırmış gibi değil de bir stil ikonu gibi durursunuz. Peki bu ürünler ne kadar dayanır ve onları nasıl muhafaza etmeliyiz? Buyrun size bir uzman önerisi : Bazı vintage parçalar gün ışığına dayanmaz ve erir. Özellikle bu tip parçaları, sadece gece giyin, yağmurdan, sigara ateşinden ve kostüme zarar verebilecek tehlikeli keskin çanta, kemer ve aksesuvarlardan koruyup kollayın. Asılacak parçalarsa, mutlaka yumuşak askılarda, iz bırakmayacak şekilde asın. Şifon, ipek türlerini ise mutlaka ince kağıtlara sararak saklayın.

Vintage bir şekilde hayatımıza girdi. Seveni de var sevmeyeni de. Kimilerine göre v
intage bir moda akımı veya trend değil, bir yaşam biçimi. Kimilerine göre ise geçmişe özlem ya da yaratıcılığın bittiğinin bir kanıtı. Kim ne düşünürse düşünsün artık sıradan vatandaş da moda ikonları da vintage ürünleri gardırobundan eksik etmek istemiyor. Tabi halen vintage ürünlere gardırobunda yer açmamış  veya açmamakta direten insanlar da var. Peki Nayad Bal severlerin vintage modasına bakışı nedir? Geçici bir moda olarak mı yoksa bir yaşam biçimi olarak mı görüyorlar? Gerekli olduğunu mu düşünüyorlar yoksa gereksiz mi? Denediler mi yoksa henüz denemediler mi? Evet biraz da sizin fikirleriniz alalım? :) 


20 Şubat 2013 Çarşamba

Kendini Sevmek Özgürleştirir



Kendini Sevmek Özgürleştirir

Nedensiz yere kendini sevmek ve kendinle barışık olmak, sevginin sebep ve koşullara bağlandığı bir dünyada çok garip bir şeymiş gibi algılanabilir.
Sevgiye layık olmak ve onu hak etmek için yerine getirilmesi ve olması “gerekenlerin” listesi bilincimizin derinliklerine kazınmış durumda. Derinlerde bir yerlerde kendimizi sevmiyor, yetersiz ve çaresiz hissediyoruz.  İhtiyacımız olan sevgi ile tamamlanma duygusu insanları alıyor ve çeşitli mecralarda bu eksikliği tamamlama uğruna, sonu yine eksiklikle biten ve yine eksiklikten yola çıkılan türlü deneyimlere sürüklüyor.
Günlük yaşamımızda pek çok kanaldan, doğru ve yanlışlara dair binlerce inanç kalıbının içimize işlemesi çok kolay olabiliyor. Tüm bunlar sınırlı varlıklar olduğumuza inanmamızı  ve doğuştan sahip olduğumuz yaratıcılığımızı ve özgürlüğümüzü unutmamızı sağlayan katmanları daha da güçlendiriyor.
Bizlere başkalarını sevmemiz, şefkat göstermemiz ve onlara saygı göstermemiz öğretiliyor. Toplum tarafından oluşturulmuş rollere uygun hareket etmemiz ve çok sayıda beklentiye karşılık vermemiz bekleniyor. Dolayısıyla kendimizi hiç istemediğimiz rolleri oynamak zorunda hissediyoruz ve seçtiğimiz gibi bir yaşamı deneyimlemek mümkün olamıyor. Böylesine bir yaşam her geçen gün bizi kim olduğumuzdan uzaklaştırıyor. Kendini değersiz, sınırlı hisseden, mutsuz ve depresif hisseden insanlara dönüşüyoruz. Her sabah uyandığımızda hazır bir menüde, hiç istemediğimiz ama yapmak zorunda olduğumuza inandığımız şeylerle dolu bir yaşam bekliyor sanki. Bütün bunları yaparak, kendimizi sevmekten biraz daha uzaklaşıyoruz.
Üst üste birikmiş olan tüm bu deneyimlerin yoğun duygu yükleri ve hayal kırıklıkları, doyumu dışarıda aramaktan yorulmuş insanları, bunun nedenlerini bilmeye ve hayatı daha farklı bir şekilde yaşama anlayışına yönlendirebiliyor.
Bir an için durun ve çevrenize bakın.
Yakınlarınız, akrabalarınız, içinde bulunduğunuz toplum ve tüm insanlık sevgiye ulaşma veya sevgisizlik nedeniyle neler yaşamaktalar?
Bir bakın, sevgi diye adlandırılan şey nasıl da çeşitli anlamlara, şartlara ve beklentilere bürünmüş halde.
Sevgi denen şey ile birlikte gelecek olan tatmin olma halini insanlar nelerde aramaktalar?
Ya siz?
Onu bir ilişkide mi arıyorsunuz?
Tutkunuzu keşfettiğiniz, iyi bir işe, iyi bir gelire, güzel bir eve sahip olduğunuz zaman mı bu tatmin olma halini yaşayacaksınız?
Karizmatik, çekici, zengin, fazla kilolardan kurtulmuş, neşeli, pozitif ve “doğru” bir insan haline geldiğiniz zaman mı?
Bu şablona uymadığınız için kendinizi yargılamakta mısınız?
Sevilebilir olma derdinde misiniz, yoksa önce sizin sevmeniz gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
Sevgiye dair gereklilikleriniz var mı?
Sevgiyi almaya ve vermeye layık olabilmeniz için, sizde yoluna koyulması, düzeltilmesi gereken bir şeylerin olduğuna mı inanıyorsunuz?
Kendinizi şu an tam da olduğunuz halinizle, koşulsuz şartsız kabul edebilmek, kendinizden kendinize vereceğiniz sevginin gireceği kapıyı açan anahtardır. Kendini sevmek sizi, dışarıda aramış ve aramakta olduğunuz duygu kırıntılarından, beklentilerden ve bağımlılıklardan özgürleştirir.
Kendine güven, bilinçte genişlemek, huzur ve aydınlanma halleri kendinizi sevmenizin “sonuçları” olarak yaşamınızda ortaya çıkarlar. Kendini sevmeyen insan için hiçbir şey tam anlamıyla doyurucu değildir. Kendini sevmeyen insan, kendinden beslenemediği içindir ki, sürekli dışarıdan doyum arar.
Kendini sevmekten yakıtını alan bir yaşamda, denge hakimdir. Dışarıdan beslenme ihtiyacı yoktur, sadece ruhun neşesi ve tutkusu vardır. O yaşamda ruh ve insan parçası birleşmiştir ve seçimler o birleşmişlikten gelir. Yaşamınızda kimse olmasa dahi ruhun gerçek neşesi yanı başınızda olur.

Alıntı : http://kendinedogru.com/egitimler/kendini-sevmek-ozgurlestirir/

14 Şubat 2013 Perşembe

Sevgililerle ilgili kısa, öz ve anlamlı bir yazı


Hiç güneşim oldun mu?

Her gün güneşe bakmak zordur...

Hiç uyurken yüzünüze güneşin ışıkları vurdu mu; tatlı, serin ve hayat dolu? Hiç uyurken sevgiliniz sessizce yanınıza gelip uyandırdı mı sizi, güneşin ışıkları gibi? Güneş için, tüm varlıklar aynıdır, bir seçimde bulunamaz. Ama sevgilimiz, bizi seçen, beğenen, değer veren; Güneş kadar önemli ve anlamlı bir yıldızdır.
Güneş doğmadığı zaman nasıl hayatımız kararır ve anlamını yitirirse, sevgilimiz gittiğinde de her an karanlık ve anlamsızdır…
Gecenin sabahında, iki sevgiliden kim önce kalkar ve sevgilisinin üzerine doğarsa; daha çok seven odur.
Tüm ömür boyu Güneş’in doğuşuna tanıklık etseniz, güzelliğinden ve değerinden hiçbir şey yitirmez. Ya sevgililer için öyle midir, yitirilen nedir?
Güneş bile tutulurken, niye sevgilimizin hiçbir zaman başkasına tutulmayacağını sanırız.
Güneş doğmamışsa kıyamet kopmuştur, ya sevgili kıyameti nasıl olur?
Güneş tüm canlılar için hayat kaynağıdır, canlılar güneş ışığından yararlanarak kendi yapılarında enerji oluştururlar. Peki sevgilimiz bizim için enerji kaynağı mıdır? Ya da Güneş’in enerjisi sonsuzken, sevgililerin enerjisi neden biter?
Sevgililer, gün eşi olmayı başardıklarında, birbirlerine Güneşim diye hitap etme hakkını da kazanmış olurlar. 

Alıntı : http://blog.milliyet.com.tr/hic-gunesim-oldun-mu-/Blog/?BlogNo=106358

13 Şubat 2013 Çarşamba

Nayad Bal TRENDYOL'da :)

Birbirinden mucizevi takılarımla TRENDYOL'dayım. Showroomuma gelme fırsatı 
bulamayanlara duyruluuuuuur :)

3 Şubat 2013 Pazar

NAYAD BAL MARKAFONİ'DE !

Hayatın yarattığı olumsuz koşullarla ve stresle mücadelede Nayad Bal’ın takılarından destek alabilirsiniz. Takıların enerji veren mistik gücüne inanan Nayad Bal, “çakraa” adı verilen, bedendeki enerji merkezlerine yönelik takılarıyla dikkat çekiyor. Sağlam kişilik, dişilik, yaşam enerjisi, aşk, ifade, sezgi ve sonsuz şifayı sembolize eden 7 farklı çakraya yönelik tasarımlarıyla yaşamınıza ışık ve mucize getirecek Nayad Bal, Markafoni’de!

2 Şubat 2013 Cumartesi

Güzel bir hafta sonu diliyorum herkese :)

Bir hafta aradan (ve tabi ki yoğun geçen bir aradan) sonra yeni bir ürünle tekrar karşınızdayım. Yaratıcılık kimi zaman keyifli kimi zaman da insanı yoran bir süreç ama bunun sonucunda ortaya çıkan ürünlerimin size hep keyif vermesini diliyorum. Vee hepimizin haftaya şu felsefeyle başlamasını umuyorum : Takıları seçerken dışının güzel olup olmadığına dikkat ederiz ama insanları seçerken mutlaka içinin güzel olup olmadığına dikkat etmeliyiz. İnanın bu yolla çok daha az hata yaparız...Hepinizi kucaklıyorum ve gönlünüze göre bir hafta sonu geçirmenizi diliyorummm <3